Tatil için izmire gitmiştim, konakta sürekli aynı mekanda içiyordum, garson bir kız vardı ve Claudia Schiffer’a çok benziyordu.Bir bira daha istedim masaya bırakırken “siz istanbuldan mı geldiniz?” dedi. Evet ama bunu nereden anladınız ? diye sordum… İzmirde kimse sizin kadar yayılarak oturmaz dedi. Bunu aklımın bir köşesine not ettim,o gece mekan kapanana kadar oturdum, kız hesabı getirdi. Hesabı öderken “bir bira da beraber içebilir miyiz?” dedim, kabul etti. Birkaç bira bulduk, deniz kenarına oturup ayaklarımızı da aşağı uzattık muhabbet etmeye başladık. Kızın yüzünden çok parmaklarının inceliğine ve saçlarının arasında dolaştırışından etkilenmiştim. Sesinin bir yerlerinde çok derin bir kırılmışlık vardı ve hareketleri o kadar yumuşaktı ki sanki bir şey anlatmaya çalışıyordu. Ya çok kırılmıştı ve kırmak istemiyordu ya da kırıldığı için sinmişti. Bunu çözmeye, deşmeye uğraşmadım. 1 hafta kadar beraber zaman geçirdik.
Bu etkilenme durumu dönem dönem değişti… Mesela üniversitede çok etkilendiğim bir kız vardı, siyah kalın telli uzun saçları, kocaman gözleri, kalın kaşları ve bembeyaz bir teni vardı. Saçlarının pigment rengi maviydi. Neyinden etkilenmiştim? Tanıştığımız gece kahve içip sohbet ediyorduk ve sağ elini çenesinin altına koymuş ve beni dinlerken gözlerinin içi gülüyordu. Bu etkilemişti ama sadece fragmanmış. Bir gece barda içtik , kafalarımız çok yüksek , çiseleyen yağmurla beraber aheste aheste aşağı iniyoruz. Köşede bir antikacı vardı, sahibi aynı zamanda dükkanın içinde yaşıyor. Pikaptan çok ince bir müzik sesi işittim ve durdum. Birkaç adım attıktan sonra o da durdu ve “ne oldu” diye sordu. Parmağımla “sus” işareti yaptım ve şarkıyı dinlemeye başladım. “Müzeyyen Senar Benzemez kimse sana “ çalıyordu…Şarkı bitince taksi durağına doğru yürümeye devam ettik tam o anda yakamdan tutup dudaklarıma yapıştı, öpüşmemiz ne kadar sürdü bilmiyorum ama bu cesaretten çok etkilenmiştim.
Tam olarak tarihi hatırlamıyorum ama Mayıs ayıydı. Bir kadın sesi duydum, izmirde sahil kenarında yürürken konuşuyordu. Sesinin bas tarafını çok beğendim, kendine has bir gülme sesi de vardı. O sesi tekrar ne zaman duyabileceğimi düşünüyordum ki bir kere daha denk geldik. Bir kaç laf attım cevap verdi. Aslında o zaman, o ilk konuşmadan çok etkilendiğimi hissettim daha sonra. Aradan aylar geçti… ikimiz için de çok berbat bir gece de o sesi tekrar duydum. Yüzünü hiç görmediğim birinin sesinden etkilenmiştim ve aynı ses bu sefer sarhoş bir şekilde konuşuyordu. Cümlelerinin %90’ında zamanında benim de yaşadığım aynı isyan vardı, aynı cümlelerle kendimizi ifade ediyorduk. O geceden sonra ne kadar etkilendiğimi ise onu gördüğümde anladım. Aynı anda telefonu düşürüp, gargarayı yutup tek kelime edemedim. Yüzü ya da fiziği hiç önemli değildi , sesini duyunca ruhum sarsıldı…O sarsıntı hala devam ediyor ve bir daha böyle kuvvetli bir deprem yaşamayacağıma eminim. Bu sarsıntılardan sonra şunu da net olarak anladım bazen çok kuvvetli fırtınaları göğüsleyebiliyorsun, nice yangınlardan yanarak sağ çıkabiliyorsun , geçilmez denilen denizleri geçiyorsun, aşılmaz denilen dağları aşıyorsun da küçük bir taş tanesine takılıp tökezliyorsun. Sanırım insanı en çok acıtan da bu oluyor yangından çıkamasan dersin ki “söndüremedim”, fırtına ya boyun eğsen “direnemedim” diyebilirsin, dağları aşamasan mesela “olmadı/beceremedim/yeteneksizim/pes ettim” gibi bahanelerin arkasına sığınabilirsin… Ama hepsinden çıkıp bir taşa takılıp tökezlemek… Görmezden geldiğin bir taş tanesi tökezletebiliyor insanı ve ondan sonra “bütün yolları süpüreyim, bütün taşları toplayayım da kimse tökezlemesin”…
Ana temaya gelecek olursak ; Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... demiş üstat.. Fizik, güzellik , boy, pos hepsi hikaye…Ben en çok sesten, bakıştan, devinimden etkilenirim. Neden mi? Çünkü feeling is everything…